Gelişmiş Arama
Ziyaret
15135
Güncellenme Tarihi: 2009/07/23
Soru Özeti
Salâvat getirirken Al-i Muhammed’i demezsek niçin savat eksik sayılır?
Soru
Salâvat getirirken al-i Muahmmed denilmediğinde günah işlenmiş olduğu söylenir. Şunu biliyoruz ki Suyuti kendi tefsirinde, Buhari, Muslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai ve İbn-i Mace şöyle naklederler: Resulullah’a, Ey Allah’ın Resulu! Sana selam verme yolunu biliyoruz, nasıl sana salavat getirelim diye sorduklarında Peygamber: “Şöyle deyin dedi: Allahumme sallı ala Muhammed ve al-ı Muhammed kema sallayte ala İbraihe ve al-i İbrahim İnneke Hamidun Mecid. Allahumme Barik Ala Muhammedin ve al-i Muhammed kema barekte ala İbrahime ve al-i İbrahim İnneke Hamidun Mecid.” Suyuti bu hadisten başka aynı manayı ifade eden 18 hadis nakletmektedir ve bu hadislerin tümü salâvat getirirken al-i Muhammedin de eklenmesinin gerekli olduğuna işaret etmektedir. İbn-i Hacer es-Savaık kitabında Peygamber’in, eksik salâvat getirilmesini ve sadece “Allahumme sallı ala Muhammed” denilmesini yasakladığını ve salavat getirirken Allahumme sallı ala Muhammedin ve Al-i Muhammed denilmesini emrettiğini nakletmiştir. Bu konuda Şia kaynaklarında gelen hadisler ise daha fazladır.
Ancak benim sorum şu ki: Kur’an ayeti Peygambere yalnız başına salâvat getirmeyi emretmiyor mu? Buna rağmen nasıl al-i Muhammed’in de salâvata eklenmesinin farz olduğunu söyleyebiliriz? Bu dinde bir bidat sayılmaz mı? Alimler Eşhedu anne aliyyen veliyullah’ı ezanda mustahap olarak söylemenin sakıncası olmadığını ancak ezanın bir parçası olarak söylemenin dinde bidat sayıldığını ve haram olduğunu açıkça vurgulamışlardır. Buna göre al-i Muhammed’i söylemenin salavatın bir parçası olduğunu söylemek neye dayanır oysa Kur’an açıkça şöyle diyor: “Allah ve melekleri Peyamber’e salat eder ey iman edenler siz de ona salat edin.” Oysa Peygamber kelimesi Ehl-i Beyt’i içine almaz. Buna göre al-i Muhammed salavatın bir parçası nasıl sayılır.
Lütfen bu soruyu kelami ve felsefi açıdan cevaplandırın. Al-i Muhammed’i salavatta getirmenin hakkındaki şia ve Sünni kaynaklarında var olan hadisleri zikretmekle yetinmeyin.
Kısa Cevap

Al-i Muhammed’e salâvat getirmek bidat olmadığı gibi Kur’an ve hadis ve akıl ve irfanla da uyumludur, çünkü:

Bidatin manası dinde olmayan bir şeyi dine dahil etmektir. Biz Al-i Muhammede salâvat getirmenin bidat olmadığını söylüyoruz çünkü bu konu Peygamber ve Ehl-i Beyt’ten gelen hadislerde yer almıştır.

2- Allah Kur’an-i Kerim’de birçok hükmü genel olarak açıklamıştır ve onun bütün özelliklerini açıklamamıştır. Bu hükümlerin ayrıntılarını ve özelliklerini açıklamak için Kur’an’ın gerçek müfessirleri olan Peygember’e ve Ehl-i Beyt’e bırakmıştır.

Buna göre Peygember ayetin tefsirinde al-i Muahmmed’i salavatta getirilmesini emrediyorsa bunun Kur’an’ın gerçek tefsiri olduğu anlaşılır.

3- Kur’an, zahiri anlamından başka derin batini anlamı da içerir. Bu anlamları Peygamber ve Ehl-i Beyt’in bize bildirmeleri gerekir. En-Nebi kelimesi zahiri anlamı gereği Al-i Muhammed’i içermese de batini anlamı gereği bunu içerir.

4- Kur’an-i Kerim, Peygember’i ve Ehl-i Beyt’i bir gerçek olarak nazara alır. Bundan başka insanların örfü de aynı fikir ve akide olan kimselere aynı gözle bakarlar. Dini kaynaklar Peygamber ve Ehl-i Beyt’i bir nurdan olduklarını vurgular. Bu yüzden irfan ilminde Peygamber ve Ehl-i Beyt bir nur olarak bilinmekte ve hakıkat-i muhammediye olarak ifade edilmektedir.

Diğer nokta şu ki Peygambere salavat getirmek hadd-i zatında farz değildir sadece namazın teşehhüdün de farzdır elbette. Hz. Muhammed’e salavata getirmek farz olduğu yerlerde Al-i Muhammed’e salavat getirmek farz olur müstehap olan yerlerde al-i Muhammed’i söylemek de müstehaptır.

Ayrıntılı Cevap

Cevabın açıklık kazanması için aşağıdaki noktaları dikkatte almak gerekir:

1- Bidat,  dinde olmayan bir şeyi dine ekleyip dini bir parçası bilmeye denir. Bu ilke kendi yerinde ispatlanmıştır ki Peygamber ve Ehl-i Beyt’in söz ve tutumları dinin öğelerini belirler. Buna göre Al-i Muhammed Kur’an’da olmadığına göre bu bir bidattir demeniz yanlıştır. Çünkü bunun hadislerde yer alması onun dinin bir öğesi sayılması için yeterli delil oluşturur ve Kur’an’da geçmediği için bidat sayılması doğru değildir.

2- Taheret, namaz, oruç, hac, cihat, humus, zekât vb. hükümler Kur’an’da yer almalarına rağmen bunların ayrıntıları ve şartları Kur’an’da açıklanmış değildir. Örneğin namazın farz olduğu Kur’an’da açıklanmış ve bazı cüz ve şartlarına da özet bir şekilde işaret edilmiştir. Ancak bunların ayrıntılarına gelince örneğin namazda okunacak zikirler, kaç rekat olduğu ve nasıl kılınacağı gibi hüküm ve şartlar açıklanmamıştır. Müslümanların yöntemi bu hükümlerin ayrıntılarını Peygamber’den öğrenmekti. Onlar bir hükmün nasıl yerine getirilmesini öğrenmek için Peygamber’in huzuruna varıp o hükümle ilgili bilmedikleri hususları soruyor ve Peygamber’de açıklıyordu. Müslümanlar da bu emirler doğrultusunda o farizayı yerine getiriyorlardı.

Salâvat hakkında da aynı yöntem uygulanmıştır. Salâvat ayeti olan “İnnellahe ve melaiketehu yusallune alennebi ya ayyuhellezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima[1] ayeti inince Müslümanlar Peygamber’in huzuruna varıp Peygambere nasıl salavat getirileceğini sordular. Ehl-i Sünnet ve şia’nın çeşitli kaynaklarında yer alan bir hadis uyarınca bunun üzerine Peygamber şöyle deyin dedi: “Allahumme salli ala Muhammed ve al-i Muhammed…”[2] Böylece Müslümanlar salavatla ilgili kendi görevlerini öğrenmiş oldular.[3]

Başka bir ifade ile Allah Teala Peygamber’i Kur’an’ın açıklayıcı ve müfessiri olarak tanıttığına göre[4] Peygamber de yukarıdaki ayeti yani “Ya eyyehullezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslime’yi[5] Allahume salli ala Muhammed ve al-i Muhammed olarak tefsir ettiğine göre al-i Muhammed’e salavat getirmenin de Kur’an’dan anlaşılacağını söyleyebiliriz.

3- Kur’an zahiri anlamının yanı sıra derin batini anlama da sahiptir. Bu batini anlamı Peygamber ve Ehl-i Beyt bize bildirmelidir.[6] Buna göre salâvat getirirken al-i Muhammed’i de söylemenin gerektiğini emreden hadisler işte Kur’an’ın bu batını anlamına işarettir sayılabilir. Yani En-Nebi kelimesi zahirde al-i Muhammed’i içermese de batini anlamı gereği al-i Muhammed’i de içerir.

4- Kur’an ayetlerinden anlaşıldığı üzere Allah Teala Peygamber ve Ehl-i Beyt’i bir nur saymaktadır. Örneğin Allah Teala tathir ayetinde şöyle buyurmaktadır. Allah siz Ehl-i Beyt’ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istemektedir.”[7] Bu ayette Allah Peygamber ve ailesini bir gerçek olarak değerlendirmektedir.

Yine meveddet ayetinde şöyle demektedir: “De ki sizden yakınlarımı sevmekten başka hiçbir karşılık istemem.”[8] Peygamber’in elçiliğinin karşılığı olarak yakınlarını sevmek olduğu bildiriliyorsa bunun anlamı Ehl-i Beyt ile peygamberin birbirinden ayrılmazlığıdır. Mubahele ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Deyin ki gelin kendi çocuklarımızı ve çocuklarınızı kendi kadınlarımızı ve kadınlarınızı ve kendimizi ve kendimizi çağıralım…[9] bu ayette Hz. Ali, Peygamber’in nefsi olarak ifade edilmiştir. Bu ayette Peygamber, duasının kabulü için Ehl-i Beyt’ini de yanında bulundurmakla görevlendirilmiştir.

5- Birçok hadiste Peygamber ve Ehl-i Beyt’in bir nur olduğu belirtilmiştir. Örneğin şu hadise dikkat edin. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Ben Allah’ın nurundan yaranmışım Ehl-i Beyt’im de benim nurumdan yaranmışlardır.[10]

6- Arifler de Peygamber ve Ehl-i Beyt’in nurlarından Hakıkat-i Muhammediye ve sadır-i evvel olarak söz etmektedirler. Onlara göre bunlar değişik tecelli ve belirtileri olan bir gerçeğin ifadeleridirler.

7- Halk ve örfün nazarında bir görüş ve fikri paylaşan kimseler bir gerçek olarak görülür ve bir gözle onlara bakılır.

Sonuç şu ki: Ehl-i Beyt’e salâvat getirmeyi de Peygamber’e salâvat getirmekle birlikte zikretmek bid’at olmadığı gibi hem Kur’an, hem hadisler, hemde akıl ve örfle uyumludur. Gerçekte Ehl-i Beyt’e salâvat Peygamber’e salavatla aynı gerçeği ifade etmektedir.

Son noktada şu ki: Peygamber’e salâvat her yerde ve mutlak şekilde farz değildir. Elbette önemle vurgulanan müstehap amellerdendir. Sadece namazın teşehhüdü gibi özel durumlarda farz olur.[11] Elbette Peygameber’e salavat farz olduğu durumlarda al-i Muhammed’e de salavat getirmek de farz olur. Müstehap olduğu yerlerde de müstehap olur.



[1] Ahzab: 56

[2] Numune Tefsiri: c. 17 s. 419

[3] Bkz. s. 428

[4] Haşr: 7

[5] Ahzab: 56

[6] Biharu’l-Anvar, c. 89 s. 90-95

[7] Ahzab: 33

[8] Şura: 23

[9] Al-i İmran: 61

[10] Biharu’l-Anvar: c. 15 s. 20

[11] Tehrirul’Vesile c. 1 s. 143 Mesele 1

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Yüce Allah Kur’an’da Hz. Eyüp’ün (a.s) diliyle şöyle buyurmaktadır: “Gerçekten de şeytan beni yordu ve azaba uğrattı.” Soru şudur: Şeytan nasıl peygamberlere etki edebilmekte ve onlara hâkim olabilmektedir?
    19076 Tefsir 2012/10/09
    Kur’an-ı Kerim’de şöyle okumaktayız: “(Ey Muhammed!) Kulumuz Eyyûb’u da an. Hani o, Rabbine, “Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu” diye seslenmişti.”[1] Ayet-i şerife Hz. Peygambere (s.a.a) hitap etmekte ve Hz. Eyüp’ün (a.s) başına gelen hadiseleri hatırlatmak suretiyle ona teselli vermek istemektedir. Hz. Eyüp ...
  • Tek bir kapısı olan Camiye hayız ve cünüp bir kimsenin girmesinin hükmü nedir?
    6000 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/08/30
    Hayız halinde olan kadın ve cünüp bir kimsenin Camide durması caiz değildir. Ama eğer bir kapıdan girip bir diğer kapıdan çıkıyorsa ya Camide var olan bir şeyi kaldırmak için Camiye giriyorsa sakıncası yok.[1] Buna binaen eğer Caminin tek bir ...
  • Aceleyi gidermek için ne yapılmalıdır?
    6183 Teorik Ahlak 2012/05/03
    Acele, dinsel öğretilerin men ettiği hususlardandır. Bu, işleri yapmada erken girişimde bulunmak anlamına gelir. Acele etmek hız ve işleri zamanında yapmak ile fark eder. Hız, öncüllerin ve gerekli şartların hazır olmasından sonra insanın fırsatı elden vermemesi ve işi yapmak için girişimde bulunmasıdır. Acelenin karşısında ise soğukkanlılık ve ...
  • Sad suresi 26’ıncı ayetin tefsiri
    3910 Tefsir 2019/06/02
    «يا داوُدُ إِنَّا جَعَلْناكَ خَلِيفَةً فِي الْأَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ ...» Sad suresinin 26’ıncı ayetinde Hz. Davut (a.s) hitap alınmıştır. Allah Teala bu ayette Hz. Davut (a.s)’a hitap ederek onu yeryüzünde halifesi ve vekili karar kılmıştır.[1] Böylece toplumsal bazda diğer ulvi peygamberler ...
  • Peygamberlerin ve İmamların diğer kulların arasından seçilmelerinin delili nedir?
    7599 Eski Kelam İlmi 2010/08/14
    Nübüvvetin genel delilleri gereği Allah-u Teala, insanların hidayeti için, onlara kendi cinslerinden örnek, halife ve hidayetçi olacak kimseler seçmiştir. Bu seçim delilsiz değildir. Şöyleki, Allah’ın halifesi olma yeteneği bütün insanlara verilmiş, ama bu yetenek herkeste fiiliyata geçmemiştir; sadece bir kısım insan tam bir teslimiyetle ilahi ...
  • Kuran ve hadis ışığında Tıp etiği ilke ve gereklilikleri nelerdir?
    2161 بیشتر بدانیم 2020/01/19
  • Cevheri hareketten maksat nedir?
    11494 İslam Felsefesi 2010/12/05
    Hareketten maksat, bir şeyin kuvve (durgunluk) halinden fiil haline geçmesidir. Cevher (öz)’den maksat ise dış alemde varolabilmesi için mevzuya (yapıntı) ihtiyacı olmayan mahiyettir. Oysa arazın (ilinti) dış alemde varolması için mevzuya ihtiyacı vardır. Örneğin beyaz renk, arazdır ve varolabilmesi için dış alemde mutlaka bir mevzuya ihtiyacı vardır. Ama ...
  • Şia imamlarının Son Peygamber Hz. Muhammed dışında diğer peygamberlerden daha faziletli ve üstün oluşunun sebebi nedir?
    16066 Eski Kelam İlmi 2010/10/05
    Bizim dini öğretilerimizde geldiğine göre Hz. Muhammed dışında hiçbir peygamber, peygamberlik vasfı dışında imamlardan üstün değildir.Yine bazı hadislere göre ism-i azam 73 harften ibarettir ki önceki peygamberler bu harflerin hepsine vakıf değildiler. Örneğin Hz. İbrahim'e yalnız sekiz harf verilmiştir ancak İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a)'e 72 harf verilmiştir ...
  • Kur’an’da Allah’ı ispat etmek için kesin bir delil öne sürülmüş müdür?
    8343 Eski Kelam İlmi 2011/10/22
    İnsanın temel kaygılarından ve aynı şekilde dinlerin temel ve önemli konularından birisi, tanrının varlığı meselesidir. Kur’an’da Allah’ı ispat etmek için birçok kesin delil mevcuttur. İmkân ve zorunluluk burhanı, imtina burhanı, doğrular burhanı ve hareket burhanı bu burhanlardır. Doğrular burhanı ile hareket burhanı ayrıntılı cevapta belirtilecektir. Düzen burhanı ve onun ...
  • Hangi kaynaklarda hüküm ve yaratıkların hikmeti beyan edilmiştir?
    6175 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/04/11
    Esasen her hikmeti bilmek mümkün değildir; zira Yüce Allah bazı maslahatlar uyarınca birçok konuyu insana bildirmemiştir. Beyan edilenler hususlar da çok geniştir ve onların tümünü elde etmek ve bilmek herkes için müyesser değildir. Bu sebeple ve ömür ve fırsatın sınırlı olmasına binaen en faydalı ...

En Çok Okunanlar